Sonraki Ürün
Osmanlı Boytu

‘’Ey oğul !

Nereden geldiğini unutma ki

Nereye gideceğini şaşırmayasın !’’

OSMANLI BOYTU



NAKKAŞ OSMANLI BOYTU Yorumu


Bir çınar büyüdü Osman Bey'in göğsünde.
Büyüdükçe yükseldi, yükseldikçe yeşerdi.
Ulu çınarın gölgesinde dağlar... Ulu çınarın gölgesinde nehirler vardı.
Şehirlerde camiler, camilerde ezanlar yükseliyordu.
Çınarın yaprakları uzanıyordu, İstanbul'un üzerine.
İstanbul zümrütten bir yüzük olmuş tam dolanacakken parmağına, uyandı Osman Bey.
Meh-ruyan Osman Bey; Şeyh Edebali' nin hanesinde gördü bu rüyayı
ve hane sahibi muştu ile tabir etti duyduklarını.
 

"Çınar; devlettir oğul ! "  dedi.
"Sana ve soyuna nasip olacak kutlu bir devlettir."
 

Öyle de oldu.
O gün Söğüt'te yeşeren çınarın boyu baylandı da gölgesi cihanın bir ucuna dayandı…
 

Çınarın yüklendiği mânâ kendi ile ötelerden mi gelir yoksa bu rüyadan sonra mıdır bilinmez lâkin çınar;
ihtişamlı görünümü, asırlık ömrü ile kök salmıştır medeniyetimize.

 

Fethedilen şehirlerin, temeli atılan camilerin, yeni doğan balaların hatırı çınarsız bırakılmamıştır.

Doğumun temsilcisi, güç ve hakimiyetin sembolü olmuştur çınar.
Uzun ömrü ile birden çok nesil gördüğünden "köprü" olarak telakki edilmiştir.
Cebren değil kalben fethetmiş Osmanlı da bir ulu çınardır.
Kendisini "Hâdimü’l İslâm" yani İslâm'ın hizmetçi bilmiş,
bu düstur ile tebaasını "Emanetullah" olarak görüp
gölgesinde yetmiş iki milleti gözetmiş ulu bir çınar...



Gölgesi, sadece bulunduğu zamana değil gelecek zamanlara da yetişmiş;
kurduğu medeniyeti, kültürü ve sanatı ile günümüzün tam ortasında yeşermiş ulu bir çınar...
 

Nakkaş Boytu olarak;
Gelenekten geleceğe köprü olma hedefimizi bir kez daha dile getirerek onurla...
 

Nakkaş Boytu olarak;
"Her yeni tasarımımızda bir öncekinden daha iyisini ortaya koymak."
şiarımızı bir kez daha tekrar ederek sürurla...
 

İhdas ettik Osmanlı Boytu'yu
ve bir ulu çınarı tahayyül ederek tasarladık Osmanlı Boytu'nun formunu.
Kaidesini; çınarın kökleri, diğer tüm detayları çınarın dalları,
bu detayları taşıyan gövdeyi ise çınarın kendisi kabilinden yorumladık.
 

Osmanlılar öncesinde Selçuklular sürdürmüştü Türk İslâm varlığını Anadolu'da...
Selçuklulardan temellenip büyümüş, kökleri Selçuklulardan zuhur etmiş bir çınardı Osmanlı...

Bundan sebep Osmanlı Boytu'ya tasarladığımız kaideyi, şanlı mazimizden intikal eden
şanlı köklerimize hürmeten Selçuklu yıldızları ve rumi motifleri ile tezyin ettik.
Bu tezyinatı da atamız, ötemiz, Selçuklulara, minnetle atfettik...
 

Osmanlı Boytu'nun üzerindeki her bir unsuru Erken Dönem Osmanlı'yı da gözeterek ekledik.
Osmanlı sanatına son yüzyıllarda dahil olmuş
barok, rokokove benzeri yabancı detaylardan arındırarak
özümüzden motiflerle bezedik Osmanlı Boytu'yu.
 

"Suretimiz, sîretimize şahit olsun;
Suretimizde, sîretimizin temaşası mümkün"
olsun diye...

Örneğin; nişanları taşıyan alanın motiflerini özellikle
Türk İslâm tezyinatı sinesinde değişen ve gelişen rumilere boyut eklemek suretiyle tasarladık.

 

Yine medeniyetimizin merkezinde bulunan
ve en önemli değerlerden olan eğitimin sembolü olarak son yüzyıllarda kullanılmış olan meşale...

Osmanlı Boytu'da da merkezdedir lâkin alışılmışın dışında
kültür motiflerimizden olan lale formu ile şekillendirdiğimiz görüntüsüyle.

 

Osmanlı Boytu'nun merkezinde bir değerimiz daha var ki dönüştürerek üsluplaştırdığımız...
Nice cenk meydanlarında baş üzere taşınmış;
İslâm ve Türk İslâm medeniyetinde fetih ruhunun, yiğitliğin sembolü olmuş miğfer...
Destarını sardık miğferin aşk ile ve salıverdik taylasanını, kalkanın omzu üzerine...

 

Harbiye Askeri Müzesinde bulunan
Orhan Gazi'nin miğferinden esinlenerek tasarladığımız destarlı miğferimiz,
Osman Gazi'ye ithafımızdır. Zira bu güçlü medeniyetin kurulmasına o vesile kılınmıştır.

 

Büyüklerimizin yazdığı tarih notlarında; Osman Gazi, evladı Orhan Gazi'ye diyor ki:

"Nöbet senin Orhan, biz göçer olduk.
Davamız cihana hükmetme davası değil, davamız çok daha mukaddes,
i’la-yi kelimetullah davasıdır. Bu davada, insanlar sadece vasıtadan ibaret kılınmıştır.
Göreyim seni Orhan! İlminin de kılıcının da hakkını ver! Yolun açık olsun."

 

Miğferin soluna aldık kılıcımızı...
Kılıç ki tarihin akışını değiştirmiş,
çağ açıp çağ kapatmış Osmanlı'nın düşmanına celali.
 

Miğferin sağına aldık bir demet çiçeğimizi...
Çiçek ki ecdadımızın hem merhameti hem ilmi.
Maslahatındaki feraseti.


Osman Gazi sadece Orhan Gazi'ye değil; nesline de bırakmıştı bu manevi mirası.
İ'la-yi kelimetullahı ve adaleti terk etmemiş ecdadımız,
bu nasihati ve evvelinde o mübarek Hadis-i Şerifi zinhar unutmamışlardı.

 

İlim ehli tarafından:
"Sultan; Allah'ın emirlerini tatbik etmek salahiyetine malik,
dünyadaki bütün mazlumların koruyucusudur." mânâsı ile yorumlanan:

 

"Sultan, yeryüzünde Allah'ın gölgesi, bütün mazlumların sığınağıdır." Hadis-i Şerifi.
 

Fatih Sultan Mehmet; Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in müjdesine mazhar olup
fethettiğinde İstanbul'u, bu Hadis-i Şerifi Topkapı Sarayı' nın kapısına kazıtmıştı.
Zira bu Hadis-i Şerifi, atası gibi kendisi de kalkan niyetine göğsünde taşımıştı.

 

Kalkanı; ecdadımızın ağyara karşı tuttuğu iman dolu göğsü biliriz.
Bundan sebep Osmanlı Boytu' da kalkanın üstüne bu Hadis-i Şerif'i nakşedişimiz.

 

Bu gaye ile ilerlerken de kendilerine izafe etmemişlerdir hiçbir zaferi.
Bundan sebep İslâm'ın temsili "hilâl"in içinde yazar bu ibare:



"Allah'ın tevfiklerine güvenen Osmanlı Devleti..."

 

Hülasa ...

Düşmanına celali, maslahatındaki feraseti, yiğitliği, gayreti
ve iman dolu göğsü ile Allah (c.c.] 'ın emrini,
Peygamberimiz (s.a.v]' in Hadis-i Şerif’ini,
Osman Gazi'nin vasiyetini yerine getirmiş;
ilmin de kılıcın da nasihatin de hakkını vermiştir ecdadımız.


Ve Osmanlı Boytu'da bayraklarımız ...

Bayraklarımızın uç boylarını salıverdik şanlı tarihimizin rüzgarına karşı.
Bir yanda asırlarca,
kıtalar boyu İslâm'ı temsil etmiş üç hilâlli yeşil donanma sancağımız.

Bir yanda âlî-şân olan ay yıldızı
1844'ten bu yana kırmızı zeminde taşıyan bağımsızlığımız, şerefimiz,
ay yıldızlı, al bayrağımız ...


Geçmişi ile el ele, sırt sırta, yürek yüreğe vererek geleceğe kanat açan
Anka misali bayraklarımız...
 

İmdi; dünü ve bugünü ile...

Tarihe not düşüyoruz elimizde bir delil ile:

Her defasında küllerinden yeniden,

Yeniden ve daha büyük dirilen !

Cihan Fatihi olmuş bu milletin kendi yazdığı tarih vardır,

Osmanlı Boytu'nun çınardan gövdesinde.


 

Bir çınar ki önce köklerini salar sağlamca rûy-i zemine.
Sonra filiz verir, boy verir.
Ne kadar güçlüyse beslendiği arz,
O kadar yer verir gölgesine arş !

 

Devamını gör
Osmanlı Boytu Sembolleri ve Temsil Ettikleri Mânâlar

 

Bir sembol; iliştirildiği yere estetik bir şekilde koyulduğunda sanat icra edilmiş olunurken hem estetik hem bilinçli koyulduğunda medeniyet inşa edilir. Osmanlı bunun en başarılı resmidir.

 

Binlerce sözcük içeren ifadeleri bir tek sembolle anlatmak medeniyetimize has bir yetenektir. Anlaması ve üstüne ekleyerek gelecek nesillere taşıması ise bize düşen bir sorumluluk.


Tüm bunların ışığında;
Nakkaş üslubunu ekleyerek tasarladık Osmanlı Boytu’yu.

Normal şartlarda kaide olmayan Osmanlı armasına farklı bir boyuttan baktık. Çınar ağacı formunda şekillendirdiğimiz Osmanlı Boytu’nun her çizgisinde ‘’bizdenliği’’ önemsedik. Bizden olmayan unsurları ise dönüştürdük ve tasarımımıza Osmanlı Boytu dedik.


Osmanlı Boytu üzerindeki her bir unsuru ince ince anlatabilme gayreti ile buyurun….
 


                      ‘’Şol gökleri donatanın
                       Donatarak dolduranın
                       Ol deyince olduranın
                       Doksan dokuz adı ile’’1
 

Kaide

Ey köklerinden uzağa düşmemek… 
 

Maddi, manevi kendi köklerimizden yükselir Osmanlı Boytu’nun kaidesi.

Köklerimizi, bize has değerlerle ifade etmek adına: Kaidemizin tezyinatını Selçuklu yıldızlarından tasarladık  - ki - Selçuklu yıldızı; Orta Asya’dan gelmiş, Selçuklularla birlikte Anadolu’yu yurt edinmişti.

Kaidemize, köklerimizden yükselmeyi sürdürmek adına bu alan için tasarladığımız rumi motiflere boyut eklemek suretiyle devam ettik.

Rumi'nin kelime manası, “Anadolu'ya ait” demektir. Vaktiyle Anadolu’ya Diyar-ı Rum denmesi sebebiyle bu motif ‘’Rumi Motifi’’ adını almıştır.

 

Bu motife rumi denmesinin bir sebebi de Selçuklu ’nun bu motifi geliştirerek ve sıkça kullanmasıdır. Bundan sebep rumi motiflere ‘’Selçukî’’ de denmiştir.

Hülasa…

Köklerimizden besledik Osmanlı Boytu’ nun kaidesini. Selçuklu yıldızı ve Selçukî motifleri ile tasarladığımız bu üç boyutlu kaide tezyinatımızı da köklerimiz Selçuklu ‘ya minnetle atfettik.

Çünkü

Ey köklerinden uzağa düşmemek…
Her yükselişin üstünde durduğu kaide;               
Sensin biliriz!

Kur’an-ı Kerim ve Kanunnameler

Yöneticilik, ateşten bir gömlek idi…

 

Hayatı seferlerde geçen ve seferde iken Hakk’a kavuşan Kanunî; defnedilmek üzere getirildiğinde İstanbul’a, bir sandık çıkar ortaya. Derler ki: ‘’Bu sandıkla gömülmek istemişti Sultan, vasiyetidir.’’

Sandık açıldı ve görüldü ki! Cihanı titreten Sultan’ nın, üstüne titrediği tek şey Allah’ın rızası idi. Zira sandıkta; verdiği tüm kararların dine uygun olup olmadığı hakkındaki fetvalar vardı…

Osmanlı’nın devlet yönetim temelinde yatan hep bu oldu: Kur’ân-ı Kerim’in ve Hz. Muhammed (s.a.v.) ‘in bildirdiği yönetim ve yönetici vasıflarına uyma gayreti.

Kur’an-ı Kerim ve Kanunnameler sembolü, kullanıldığı yerlerde devletin dayanağının temsili olarak kullanılmıştı.

Osmanlı Boytu’da Kur’an-ı Kerim ve Kanunnameler sembollerine boyut vererek tasarladık. Sayfa yapraklarına, mıklebine varıncaya kadar incecik, detaylıca işledik. Üzerine ise rumi motifler nakşettik. Bir de ecdadımıza dualarımızı…
 

    Yöneticilik, ateşten bir gömlek idi.
    Bilip de giyen, Allah’a dayandı
    Bilmeden giyen yandı da yandı…

 

Terazi

 ''Asıl padişah odur ki elindeki teraziyi doğru tuta...''

 

Şehzade Mehmet, Sultan II. Murat ‘ın yanına varıp; 

‘’Devletlü babam… Geceniz gündüzünüz yok. Tüm bunlara nasıl takat getirirsiniz? Lûtfedip öğretin ki yolunuzca yürüyeyim.’’ diye sorduğunda, Sultan II. Murat duyduklarından mesrur, takatinin sırrını deyiverdi ve ekledi:

Ey oğul! Padişahlar, ellerinde terazi tutmuş kimselere benzer. Ancak asıl padişah odur ki elindeki teraziyi doğru tuta... Sen padişah olur isen teraziyi doğru tutmanı tavsiye ederim. O zaman yüce Allah da senin hakkında hayır murad eder.’’

Osmanlı Boytu üzerindeki terazimizi boyutlu tasarladık. İncecik zincirlerini dünyadan ağır bu nasihate kulak vererek ile işledik.

Topuz (Şeşper veya Gürz)

Minderin altından çıktı topuz
Kaftanın altında kalmadı kılıç

 

Davalı; yenice Fatih olmuş Sultan Mehmet Han.
Davacı; gayrimüslim bir mimar.
Davayı gören ise; yolda yoldaş, hâlde hâldaş, Sultan’a en yakın arkadaş Kadı Hızır Bey…

Hepimiz biliriz Fatih’in bu davasını ve dava sonrasını: Hızır Bey’in topuzunu, Fatih’in kılıcını...

Bu dünya imtihan dünyasıydı. İmtihan ise her kulaydı.

Davalı; Sultan Mehmet Han. Babasının ‘’ …asıl padişah odur ki, elindeki teraziyi doğru tuta…’’ nasihati boyunca yürümekteydi.

Davacı gayrimüslim mimarın dilinde kelime-i şahadet, bu manzara karşısında Müslüman olmaktaydı…

Davayı gören Hızır Bey; adâlet tevzinin hakkını vermekteydi…

Şimdi, gözlerimizi kaldıralım yavaşça ve bir daha bakalım Osmanlı Boytu’ ya. Terazi kimin dalında ve terazi nereye dayanmakta?                            

Cihan fatihi ecdadın hikâyesini; çınardan gövdesinde taşıyan Osmanlı Boytu’dur bu!

Bu ruh ile tezyin ettik Osmanlı Boytu’da topuzumuzu…    

Çift Taraflı Teber / Tek Taraflı Teber

Hem haberci hem müjdeci
Türklerin mu‘teber Ay Baltası: Teber

 

Şeklinden dolayı Ay Balta da denmiştir tebere. Önceleri yakın dövüş silahlarından olsa da bir zaman sonra tören silahı olarak kullanılmıştır.

Selçuklu Veziri Nizâmülmülk’ün Siyasetnamesi’nde de geçen peykler yani haberciler, Osmanlı'da Haberleşme ve Tören Ocağı olan Peyk'an-ı Hassa'da başlarında destar-ı bendi, bellerinde hançer, ellerinde ise teber ile tanınırlarmış.

Padişah maiyetindeki kişiler, ordudaki üst düzey görevliler ve dervişler de kullanmışlardır teberi.

Osmanlı Boytu’da iki adet çift taraflı, bir adet tek taraflı teberimiz var. Üçünün de başı demir temrenli, tezyinatı ise incecik tasarladığımız rumilerden…

Süngülü Tüfek / Piştov

"Savâş kumâşı satıldı, top-u tüfeng çatıldı,
Sapandan at-u âdem biri-birine katıldı."3

 

Kemal Paşazâde böyle tarif eder Murat Hüdâvendigâr' ın Çorlu seferini…

Sonra, Yıldırım Beyazıt’ın ordusunda görülür tüfenkler. Sultan II. Murad' ın ve ardından Fatih Sultan Mehmet’in ordusunda da görüldükten sonra kullanımı yaygınlaşır.

 

Yiğitliğe ve daha çok yakın dövüşte kılıça dayalı savaşan Türkler her ne kadar ‘’Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu.’’ diye sitem etseler de barutlu silahları hem erken hem etkili kullanmışlardır.

Osmanlı tüfeği ismiyle anılacak olan bir tüfek meydana getirmişler, bu tüfeğin geliştirilmesi ve diğer silahların bakımı için tüfenghâne atölyeleri kurmuşlardır. Tüfekhane-i Âmire ise payitahttadır ve bu atölyelerin merkezidir.

III. Selim ile ordu, dönemin ihtiyaçlarına göre yenileştirilirken artık tüfenkler ordunun asıl silahı olmuştur. Süngülü tüfek ile piştov hem bu zaferleri hem ordudaki yeniliği temsil etmiştir.

‘’Tüfenkendâz’’ denirmiş tüfek erlerine o günlerde. O günlerden bugüne, ne kadar tüfenkendâz şehit düşmüş ise… Hepsinin hatırasını dua dua andık Osmanlı Boytu’da. Lâkin;
 

‘’Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.’’4

Ağızdan Dolma Top

‘’Gürlemiş Topkapı'dan bir yeni şiddetle daha
Şanlı nâmıyla 'Büyük Top' denilen ejderha.’’5

 

Yirmi iki kilometre uzunluğundaydı surlar ve dört buçuk metre kalınlığındaydı. İmkânsız denmişti aşılması.
 

Sultan Mehmet ise; ‘’Ya sen beni! Ya ben seni!’’ demişti bir kere. Projesini bizzat yaparak en ince hesaplarını dahi es geçmeden, Şahi toplarını döktürmüş, zamanının mühendislik harikasını ortaya koymuştu. Surlarda mukaddes delikler açılmış, boğaza vurulan zincirler fethe engel olamamış, gemiler karadan yürümüş, imkânsız ne varsa hepsi mümkün olmuştu…

O günü yaşayan biri şöyle diyor: “Türkler; denizin üzerinde dümdüz giden dev gibi toplar atıyorlar, sanki onları yüzdürüyorlardı!”

Yıldırım Bâyezid döneminde kullanılmaya başlayan toplar II. Murad döneminde de kullanılmış, Fatih Sultan Mehmet döneminde topçuluk tarihi açısından önemli gelişmeler yaşanmıştır. III. Selim döneminde ise Deniz Harp Okulu, Humbarahane ve Topçu Okulu kurularak çok sayıda yeniliğe imza atılmıştır. 

Osmanlı topu, Osmanlı ordusundaki bu gelişimi ve yeniliği temsil eder. Osmanlı Boytu’da üç boyutlu tasarlarken Osmanlı topunu; üzerine III. Selim’in tuğrasını, rumi pafta içine nakşettik ve bu nakşı da kendisine hürmetle atfettik…

Çapa

Çimariva
                

Ve tarih… Hızır Reis’in "dinin hayırlısı" anlamında ‘’Hayrettin Paşa’’ olduğunu yazdı!

Barbaros Hayrettin Paşa… Onu en çok Akdeniz’in Türk gölü olmasıyla tanırız. O; Hızır Reis idi. Yelkenine gayret rüzgârı dolunca nice ufuklar açtı kendine. Sonra; ufuklarını birleştirmek istediğinin haberini gönderdi Yavuz Sultan’a.

Öyle ya… Gaye birdi. Gayenin bir olduğu yerde güçler neden birleşmesindi? Niyetler hayır olup akıbet de hayır olunca, karalarda salınan Türk sancağı denizlerde de şanlı şanlı salındı…

Onun zamanında Türk donanması altın çağını yaşamıştı. Vasiyeti idi:  “Beni leb-i deryaya gömün. Leventlerimin ve denizin hırçın sesini duymak isterim...” demişti.

Vefatından sonra Mimar Sinan’ın denizin yamacına yapmış olduğu türbeye defnedildi. Sonraki bahar sefere çıkacak olan ilk Türk donanması, Beşiktaş önüne demir atıp ‘’Çimariva’’ ve top atışları ile selamladılar Kaptan-ı Derya’yı.       

Çapa; şanlı Türk donanmasının temsilidir. Biz de Osmanlı Boytu’ da incecik sarmışızdır çapanın çima’sını.

Denizin reisi; dalgaların ve leventlerinin sesini bugün de duyuyor. Çünkü Türk donanmasında ‘’Çimariva’’ geleneği hâlâ devam ediyor.

Tüm Kaptan-ı Deryalarımız için!
Tüm şehit leventlerimiz için!
Hayrettin Paşa nezdinde!

Sağ ol! 

Sağ ol!

Sağ ol!

Ok -Yay- Sadak

''Ok'u atında da sen atmadın, Allah attı.''
Enfâl Suresi 17

 

Ok ve yay Türklerin ata silahıdır ve hiçbir savaş aleti bu kadar anlam taşımamıştır.

Türklerin sütten kesildiği andan itibaren sütün yerini ok ve yay meşguliyeti almıştır…

İslâm’ı kabul ettikten sonra Türkler için savaş İslâm zemininde boyut kazanırken, ok ve yayın manevi değeri artmış, kemankeşler abdestsiz dokunmamışlardır.

Yay hakimiyeti, ok ise itaati temsil etmiştir.

Hükümdar; kendine bağlı beyliği, kendi yanında savaşması için gönderdiği davete ‘’ok’’ eşlik etmiştir.

Bu kadim gelenek Selçuklu’ da davet mektuplarında ok ve yay mührü kullanılarak devam etmiştir. Osmanlı’da ise kemâle ermiştir okçuluk.

Derler ki Osmanlı’nın bugün bile yapımında sırrı çözülemeyen ok ve yayları vardır ve eklerler.

Okçuluğa yeni başlayan şakirt, kemankeş olmaya şu dört şart ile erişir: kabiliyet, usta, idman ve alet… Tüm bunları tamam eden ve dahi ok meydanında hünerini gösteren şakirt, kemankeşliğe adım atmadan üstadın yanına varırmış. Sol kulağına bir sır verirmiş üstadı: Enfâl Suresi 17. Ayet…

‘’Oku attığında da sen atmadın, Allah attı bunu da müminlere kendinden güzel bir lütufta bulunmuş olmak için yaptı. ‘’

Dört şart yanına, sırrını ekleyen kemankeş; ‘’Ya Hak!’’ diye davranırmış bundan sonra okuna…

‘’Ya Hak!’’ dedik ok ve yay’ı ve sadağımızın rumilerini işlerken Osmanlı Boytu’ da. Zira

 ‘’Ne hava ne keman ne kemankeş, ancak

  Erdirir menziline tîri nidayı ya Hakk."6

Zurna / Borazan

 ''Bir huşu içinde dinle gülbankı,
  Sesleniyor tarih! Bu ses o!''7
                                                  
 

Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat Osman Gazi’ye beylik alameti olarak sancak, tabl (davul), nakkare ve zurna göndermişti. Böylece; Selçuklu ‘da "Tabılhane-i Hakani" olan ordu mızıkası ’’Tabl-ı Âl-i Osmanî" olarak Osmanlı’da da kurulmuş oldu.

Çeşitli zamanlarda gelişerek ‘’Mehter Takımı’’ olan bu gelenek en çok da zafer müjdelerinin sesi oldu. Çünkü mehterin esas işi cenk idi… Borazan, haberleşme aracı olarak kullanılmış olsa da zurna ile birlikte mehtere ait sazlardan olmuştur. Sembollerinin kullanıldığı yerlerde ise mehter takımını temsil etmiştir artık…

Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat; tabl, nakkare ve zurnanın yanında bir de berat göndermişti Osman Bey’e:

‘’Devâm-ı devletüm bekâsına duâ itmekde…
Dîn-i İslâm ve kâ‘ide-i seyyidi’l-enâm   içün,
Rûz-u şeb çalışüb, ta‘tîl ve ta‘vîki revâ görmeyesün…’’ demişti.

Mehteran; sanki duyar gibi Sultan’ın sesini.
Şöyle seslenir cenkte mücahitlere:

‘’Devletimizin bekâ-u temadisine
Ordularımızın devam-ı muzafferiyetine
Uğrun açık olsun ey Serdar-ı Mücahit
Hüdâ, kılıcın keskin eylesin ömrünü gün gibi bedîd!’’

Mehter, kılıç seslerinin yoldaşı… Osmanlı Boytu’ da da ses verir cenk gülbankları:

‘’Kahrımız, gazabımız düşmana ziyan!

Adüvden korkmadık! Korkmayız hiçbir zaman!’’8

Meşale

 "Bilgi, hikmet müminin yitik malıdır.‘’                          
   Hadis-i Şerif

 

Medreseler, Türklerin en mühim eğitim ve öğretim kurumlarıdır. İlk Türk-İslâm Medresesi Semerkant’ ta kurulmuş, son derece kapsamlı ve çok yönlü kurulan ilk medrese ise Selçuklu Veziri Nizamü'I-Mülk ’ün kurduğu ‘’Nizamiye Medresesi’’ olmuştur.

Osmanlı’nın ilk medresesi Orhan Bey tarafından, İznik’te kurulmuş olsa da Osmanlı’da eğitim epeyce ileri seviyede başlamıştır. Zira ilim ve bilimde kökleri Selçuklu Devleti’ne, oradan da Orta Asya’ya kadar uzanır. Anadolu coğrafyasına göç eden Orta Asya âlimleri, bu iklimi beslemişler özellikle İstanbul’un fethi ile bu seyahatler ziyadesiyle artmıştır.

Osmanlı; sadece siyasi ve askeri yapıda bir devlet olmamış; sanatın, ilmin ve çağlara mührünü vuran bir medeniyetin adı da olmuştur.

Sonrası… Mimarların Sinan’ı; cerrahların Şerafeddin’i, matematikçilerin Kuşçu’su; tarihçilerin Nasuh’ u… Her alanda hem de birden fazla nice âlim yetiştirmiştir bu iklim.

Ve sonra meşale… Geleceği aydınlatan, aydınlık günlerin habercisi, eğitim ve öğretimin sembolü olmuştur. Osmanlı Boytu’ da ise dönüştürdüğümüz unsurlardandır meşale. Lale formunda tasarlayarak, bizdenliği özenle gözettik meşalemizde…

Bilgiden ilime, ilimden hikmete; Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’ in sözünün hakkını veren ecdadımız ile aynı hassasiyette olmak temennisiyle…

 

"Bilgi, hikmet müminin yitik malıdır.
Onu nerede bulursa alır.’’
(Hadis-i Şerif)

Rumî Gövde

Bilincin eşlik ettiği motif: Rûmi…

 

Osmanlı Boytu’nun her çizgisinde özenle dikkat ettiğimiz ‘’bizdenlik’’ olgusunu korumaya; üst tarafta Osmanlı Boytu’nun tüm unsurlarını, alt tarafta ise nişanları taşıyan bu alanı da rumilerden tasarlayarak devam ettik. Rumî; bir motiften fazlasıdır çünkü…

Türklerin hayvanlara karşı duyduğu ilgi motiflerine de yansımış, hayvan figürlü bu motifleri sanat eserlerinde de sıklıkla kullanmışlardır. Lâkin; İslâm ile tanıştıktan sonra, figür kullanmayan İslâm sanatının sinesinde uyum arayışına girmiş, Türk İslâm sanatkârlarının elinde stilize olarak dönüşmüştür ve Selçuk Mülayim Hoca’mız nasıl güzel ifade eder bu tanışmayı ve dönüşümü:

‘‘Erken devirde, Türk sanatının eğilimi zoomorfiktir. Bu devrenin büyük ruhsal coşkularını sanata geçiren üslup bu yüzden “hayvan üslubu” adıyla anlatılmaktadır. İşte bu üslup İslâm’la tanışıp inanç sisteminin içine dalınca, hayata ve insana dair bütün ilişki ve kavramların bir başka türlü olduğunu anlar. Hızını kaybeder, yeni inanç sisteminin mesajına kulak vermek üzere…’’

Rumî motifinin bu dönüşüm ve tekâmül hikâyesi o kadar bizden, o kadar bize benzer ki… Bu yüzden bir motiften fazlasıdır rumî.

Türklerdeki savaş ruhunun gaza ruhuna dönüşmesi gibi rumi motifinin de farklı bir boyuta geçmesi… İslâm’ın sinesinde uyum arayışına girmesi, o kadar canlıdır ki!

Rumilerden tasarladık Osmanlı Boytu’muzun gövdesini. Zira Osmanlı Boytu üzerindeki tüm detaylar ve dahi Osmanlı Boytu’ya bakan tüm gözler evlerinde hissetsin kendilerini…

Osmanlı Boytu’ da Nişanlar

Keramet detaylarda gizlidir.


Osmanlı; işlevi ve fikri, sanat eseri niteliğinde üretmiş nâdir bir medeniyettir. Bunun bir örneği de nişanlardır. Zira nişanlar; Osmanlı’nın başarıyı ödüllendirmesinin estetik şeklidir.

Önceleri başarının ödülü ‘’hilat giydirme’’ ( bir çeşit kaftan), sorguç veya tuğ takdim etme olsa da III. Selim zamanından itibaren hem askeri hem sivil başarıları taltif için çeşitli dereceleri bulunan nişanlar kullanılmıştır. Yeri geldiğinde yabancılara da verilmiş olan nişanlar yanlarında berat belgeleri ile verilmiştir.

Osmanlı Boytu’da yer alan nişanlar şöyledir:

Şefkat Nişanı

 

II. Abdülhamid zamanında ihdas edilmiştir bu nişan. Diğer nişanlardan farklı olarak; sadece kadınlara mahsustur.

Devlet, yurt ve milletimizin menfaat ve selameti için; her ne surette olursa olsun hayatını hiçe sayarak; insaniyet, muavenet, hamiyet ile doğal afetlerde, savaşta ve dahi barışta varlık göstermiş kadınlara verilmiştir.

Nişani Osmani

 

Sultan Abdülaziz zamanında ihdas edilmiştir.

Vazifenin icrasında; ulusal menfaatlerimize yararlı,  devlet şanımızı artıran ve emsallerine örnek olacak şekilde başarılı hizmetler göstermiş her türlü devlet hizmetinde bulunan devlet görevlilerine verilmiştir.

Kılıçlı İftihar Nişanı

 

İftihar nişanı Sultan Abdülmecid zamanında ihdas edilmiştir.

Bizim Osmanlı Boytu’ da yer verdiğimiz nişan ise Sultan Reşat zamanında ihdas edilmiş Kılıçlı İftihar Nişanı’ dır.

Devletimizin ve milletimizin selameti için, bağımsızlığımıza saldıran dış güçleri tesirsiz hale getirmede gösterilen üstün başarı, emir ve komutasındaki kuvvetlerin idare ve sevkini başarıyla sergilemiş üst düzey devlet hizmetlileri ve yüksek mevkilerdeki askerlere ayrıca sivillere de verilmiştir.

Mecidi Nişanı

 

Sultan Abdülmecid zamanında ihdas edilmiş nişanlardandır.

Tevdi edilmiş görev esnasında; hamiyet, gayret ve sadakat ile, devletimizin bekası ve istikbali için; vatan ve millet sevgisiyle görevini ifa etmiş, muharebelerde üstün başarı gösteren askerlere verilmiştir.

Nişanı Alî İmtiyaz

 

II. Abdülhamit Han zamanında ihdas edilmiş nişanlardandır.

Üstlenilen vazifede; devletimizin ve milletimizin menfaati için, bilgi ve birikimi ile; hamiyet, gayret, şecaat ve sadakatten ödün vermeyerek hizmet beklenen her alanda özellikle de bilim, askerlik ve yönetimde üst düzey hizmet gösterenlere verilmiştir.

Destarlı Miğfer

BİR'e inanan, bin olup gider…
 

Altı asrın temelidir Osman Bey.

‘’Nereden geldiğini unutma!’’ nasihati ile yükselttiği sancağı, akıllara kazınası şu nasihat ile devretmiştir:

‘’Ey oğul! Devletin kuvvet mertebesi olan askere, rahat temin eyle. Devletin ruh mertebesi olan âlime, hürmet ikram eyle. Tebaanı himaye, gönül kazanmayı ise daim eyle. Zulme meydan verme lâkin adâlet ve insaf eyle. Allah’ın inayetini bil, zaferi kendinden bilme! Senden sonra geleceklere de bunu iyice tembih eyle…’’

Hep bu istikamet üzre olmuş Osman Bey.

Nice cenk meydanlarında baş üzere taşıyarak i’lâ-yı kelimetullahı fetih ruhunun ve yiğitliğin adı olmuş Osman Bey.

Osmanlı Boytu’ da tüm bunların sembolü olarak işledik miğferimizi. Erken Dönem Osmanlı’yı göz önünde bulundurarak dönüştürdük ve şu an Harbiye Askeri Müzesi’nde bulunan Orhan Gazi’nin miğferinden esinlenerek tasarladık.

Destarını sardık ve taylasanını salıverdik; cenk meydanında miğfer giyip sair zamanda miğferinin üzerine destar saran Osman Gazi ve alp’lerine hürmeten…

Bu güçlü medeniyetin kurulmasına vesile kılınmış Osman Bey için dünya tarihçileri şöyle diyor:

‘’Biz baniyi, binasından tanırız.’’

O; altı asırlık binanın temelini sapasağlam atan bani ve tarih, Osman Bey’in nasihati üzre buldu bu binanın her bir banisini. BİR’ e inandılar onlar; vardıkları yerde bin oldular…

‘’Tarihe kırk düğüm atıp, zaman içre çağ oldular

Birer ulu dağ oldular.’’ 9

Kılıç

‘’Korku eridi gözlerde, fırtınaya yel dediler
Ecele şerbet dediler, sevdaya ecel dediler.’’10

 

Göğsündeki imana dayanıp, belindeki kılıç üstüne yemin eden ecdadımızın celaline atfen…

Kılıcı kınından Allah için çıkaran böyle olmadığında o kılıcın boş bir dava ve vebalden öteye gitmeyeceğini bilen... Kılıcı kınından işgal etmek için değil kutsalları için çıkaran, böyle olursa fethin fetih olacağına inanan ecdadımız…

Tahta çıktıklarında Eyüp Sultan’a gidip Feth-i Şerif ve Aşr-ı Şerif duaları ile hocalarının elinden kılıç kuşanmışlardır.

Biri dünyevi gücü temsilen atalarına ait, diğeri uhrevi gücü temsilen Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e,  Hz. Ömer (r.a.)’ e Hz. Ebubekir (r.a.)’a veya Halid b. Velid (r.a.) ‘e ait kılıçlardan birini kuşanırlarken; bu iki kılıcın sorumluluğunu da kuşanmışlardır.

İslâmiyet’i kabulden sonra kılıca atfedilen kutsallık; cihat ve sorumluluk ruhu ile birleşince Türk’ ün kılıcını daha da keskinleştirmiştir.

Geleneksel Türk kılıcıdır Osmanlı Boytu’ daki kılıcımız. Kılıcımızı bileyledik de ecdadımızın celalindeki niyete nazar eyledik kılıcın nezdinde…

Çiçek Demeti (Bereket Boynuzu)

"Kelle sürüyenleri, gazada bir damla bir kan
mahzunun iki damlana sel dedi'' 11

 

Yıl: 1463     Mevsim: Bahar    Yer: Bosna   

Fatih’ in fermanı okunmakta:

“…Cümle avâm ve havâssa ma‘lûm ola! Ruhban tebaam inançlarından ve canlarından emin ola! ...’’

İlk ‘’İnsan Hakları’’ bildirisi sayılan bu ferman; topraktan önce gönüllerin fethedildiği o diyarda böyle okunmuş o gün ve o gün bugün her yıl dönümünde Türkçe de okunarak vefa ile anılmış fermanın verildiği gün.

                         

Sadece Müslüman Boşnakların değil, farklı inanca sahip gönüllerde bile böyle yaşamış Türk’ün hatırı.

                                     

Yıl: 2009    Mevsim: Kış.   Yer: Bosna     

Türk Birliği görevde. Görevlerine ek; yardıma ihtiyacı olanlara ulaşmak ile meşguller bir de.

İçlerinden biri: ‘’Listeye eklemeyi unuttuğumuz bir ev var karşı tepede.‘’ der demez, iki subayımız omuz verir yüke ve varırlar gösterilen yere. Gelenleri görünce, dışarı çıkan teyzenin dilinde buz gibi havada, ciğerleri yakan o soru:

-Siz! Türk müsünüz?

’’-Evet…‘’ der subaylarımız. ‘’Türk’üz.!’’

Bosnalı teyze, bir daha yakar kara kışı:

-Geleceğinizi biliyordum!

 

Dile kolay gelmesin efendim söylemesi

1463 neresi,  2009 neresi… 

Bundan sebep olsa gerek ağyar’ın:

’’Türk’ün gazabından çok merhametinden korkun! Zira merhameti kılıcından daha keskindir!’’ demesi.

 

Bereket Boynuzu, Osmanlı armasında ve kullanıldığı diğer yerlerde her ne kadar Osmanlı topraklarının bereketini temsilen, Avrupalı tüccarlar ve elçiler yoluyla Osmanlı sanatında yer almışsa da Türk İslâm gelenekleri ve dahi Türk mitolojisinde yer almamış bu sembolü bir çiçek demetine dönüştürerek dahil ettik Osmanlı Boytu ‘ya.

 

Solunda; sağlam niyetlerle kuşandığı celali,

Sağında; dua ve nasihat ile kuşandığı merhameti.

Osmanlı Boytu’ nun tam ortasında durmakta ve gözlerimizin içine bakmakta ecdadımızın bu aziz hatırası. Göz göze geldik mi? Öyleyse tam da şimdi!

‘’Sarıp ilâhi sevdayı, başlarına sarık diye

Ecele şerbet dediler, sevdaya ecel dediler

Yaradılanı hoş görüp, her ne isen gel dediler’’ 12

 

İman dolu göğüslerini,

Gâh mahzuna sığınacak sine,

Gâh düşmana kalkan eylediler…

Kalkan

 ''Kimseye hor bakmagıl
  Asla gönül yıkmagıl
  Yetmiş iki millette
  Dervîşlik yâri'' 13

 

Bu toprakların sağlamlığına; tehdit ve korkunun değil, ürün satışının eseriydi. Bu ailenin sırrı ise Resûl-i Ekrem (sav) idi: 

Yok etmek değil, kazanmayı tercih etmek. İntikam değil, Hakk için mücadele etmek. Mekke' nin fethindeki gibi…

 

Peygamber Efendimiz (sav)'in bir sözü daha vardı. Sorumluluk yüklüydü: ''Sultan, dünya Allah'ın gölgesi, bütün mazlumların sığınağıdır.''

 

Kendisini ‘’Hâdimü’l İslâm’’ yani İslâm’ın Hizmetçisi bilmiş, bu düstûr ile tebaasını "Emanetullah" olarak görüp gölgesinde yetmiş iki milleti gözetmiş ecdadımız; dini, dili, ırkı, mezhebi, rengi ne olursa olsun zulme uğramış bütün insanların koruyucusu olmaya vesile kılındıklarını unutmamak için taşlara, kalkanlara, kazımışlar bu Hadisi Şerif-i.

 

Fatih Sultan Mehmet; fethettiğinde İstanbul’u, sanki ‘’yönetim felsefesinin taşlara kazınmış lisan-ı hâli’’ gibi bu Hadis-i Şerif’i Topkapı Sarayı’nın kapısına nakşettirmiştir…

 

Bu Hadis-i Şerif’in ilk dönem Osmanlı armalarında kalkan sembolünün etrafına da nakşedildiği görülmüştür.

Kalkanın kelime mânâsı hem maddi hem manevi koruma, kollama, himaye idi bizde. Maddi olarak koruyucu olan kalkanın manevi temsili ise Osmanlı’nın tebaasını himayesiydi.

Kalkan; ecdadın iman dolu o göğüs idi. Allah (cc) 'ın emri, Peygamber (sav)'in sözü kazınmıştı o göğüste. Bundan sebep Osmanlı Boytu' da kalkanın üstünün bu Hadis-i Şerif'i nakşedimiz…
 

Adaleti Kur'an, sırrı Hadis,
Mirası nasihat, sözü Yunus ile yoğrulmuş bu toprakların hasatı; sevgiden gayrı ne olaydı?

 

 ''Biz tartışmak için kavga etmek için bizim
  sevgi için
  Dostun
  evleri gönüller'le gitmek' 14

Güneş

''Güneş tuğumuz, gök çadırımız olsun!'' 15

 

Türklerde güneşten; doğunun temsili olarak başlamışa... Hayat; güneş ilen sayın sabah de evlamış, güneş ile gelen berekete değer isnat kullanılmış.

Güneş; devam eden ile enerjisin de olmuş, en Türkler; kağanlarını da güneşe benzetmişlerdir.

Selçuklularda ise bu Birikim ek; güç ve yenilmez mânâsı da eklenmiştir.

Güneşten; Ve bunun üzerine kuvvetlendirilmek üzere elde edilen formülle elde edilmiş Osmanlı silahına, sanayiye, satın alınanlara……...................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................................

Görkemli tarihimizi aksettirme temennisi ile işledik güneşimizi Osmanlı Boytu' da. Türk'ün gücü ve inancın eğitimden başlamak için.

''Söyledi söylüyorlar demin,

Şimdi sen söyle, söz senin…''

Hilâl

''Başarmam Allah'ın yardımına bağlı.
O'na O'na Yalnız dönüyorum.''
Hûd Suresi 88

 

Yavuz Sultan Selim; Mısır amacındu. yanında hem halifelik ünvânı vardı hem de mukaddes emanetler. İstanbul; onun yeterli olduğunu duymuş, günlerdir, heyecanla beklemeye gerek yok. Derken… Yavuz Sultan Selim Üsküdar'a yanaştı. İstirahat emri verdi hem de gündüz vakti… Şaşırmıştı, payitaht bu kadar yakınken nedendi istirahat emri?

Tarih; tarihi cevaba kulakti:

''Halk uzun sürecek bu bekleniyor. Şehre dünyaya gelirsek bu başarıya ulaşmayı bilip, alkış tutarlar. Başarıya ulaşmak değil, Allah'tandır!"

Peygamber Efendimiz (sav) de böyle buyurmuştur: “Başarı sadece Allah'tandır”

Bu yolda ilerlerken ecdadımız; hayır ve iyiliğe, Allah'a yönelik ne yapılmışsa (Allahcc'ın yardımına ihtiyaç duymadan asla yapılamazna canı gönüldenmış, zaferi kendilerinden istememişti.

Hilâl; İslâm'ın temsili…Hilâl'in içine bu ibare, bu inanç ve bu bilinçle nakşedilmişti:
 

''Allah'ın tevfiklerine güvenen Osmanlı Devleti...''

Tuğra

''İki padişah adı nakışlıdır sinesinde,
Şaşılmaz fetihlerden haber getirse...'' 16

 

tuğranın resmi bir görevi vardır. Tuğra; mümkün olmayan sembollerindendir. Devletin gücüdür. Kendisiyle doğruyla, tasdik olunan anlamındadır, nişandır tuğra. Selçuklardan, Anadolu Beylikleri'ne kadar kullanılan ve Osmanlı sultanlarına kadar kullanılan üretim imzasıdır.

 

Her padişahın tuğrası kendine iken tuğrada padişah'a sahiptir. İki padiş adının adının içinde: kaderin ve yazar adı.İsimlerin yanında yer alan ''el-muzaffer her zaman'' ise zafer temennisi içeren bir duadır.
 

Padişahların tuğraları olduğu gibi tuğraların da padişahı vardır. Abdülhamid Han Tuğrası işte bu tanımdadır: ''Tuğraların padişahı…' Estetiğin zirvesini' nasıl bu tuğranın bağlantısı şöyledir: Abdülhamid Han bin Abdülmecid el-Muzaffer Daima.

Temsil olarak tüm bu yer değerler ile Osmanlı Boytu' da alan tuğrada ''Tuğraların padişahı'' dır.

''Ferman
satırları deryada dalga Bu deryada sultanların köşkü imiş Tuğra…'' 17

Osmanlı Sancağı

''Darı, vatan ve din; ona ömrünce verdi güç:
 Ay, gökyüzünde birdi... Onun tarihinda üç!'' 18

 

Şanlı zaferlerin en yakın tanığıdır onlar: bayrak ve sancaklar…

Yeşil; İslâm devletleri tarafından okunmuş, güncel harfler harf-i Tevhid yaşam de semboller işlenerek çokça kullanılan tarih boyunca.

Yeşil; hayatı ve suyumuzu kültürümüzden geçirebiliriz. Bundan sebep olsa gerek Yeşil Sancaklar Osmanlı'nın deniz donanmasının rengidir.

Üç hilâl de Osmanlı'nın kullanılmasından bu yana sancaklarda kullanıldı. Üç hilâlli yeşil sancak ise donanma gemilerine aitken hacca giden gemilere de yeşil sancaklardır.

İslâm'ın temsilinde, İslâm'ın temsilinde dalgalandığı yerde İslâm'da dalgalanmış, bakışlara bunu hatırlatmıştır. 

Onlar; Allah (cc)'ı ve Resûlullah(sav)'ı, ümmetin her bir efradını, vatanı, sancağı ve bayrağı canlarından ileri, sevgili bildiler:

Bundan sebep diyardan diyara, denizden denizden Allah (cc)' ın ve Resûlullah (sav)' ın kelamını, sancağın şanını taşımayı boyunlarının borcu bildiler.

Ecdadımızın kıta dalgalandırdığı üç hilâlli yeşil sancağımızı işlerken Osmanlı Boytu' da, biz de dalgalandık şanlı tarihimizin her hamle…

Türk Bayrağı

‘’Zemin kan kırmızı ay yıldızı ak
O mübarek bayrak işte bu bayrak!’’19

 

Kısacık bir Ay-Yıldız geçidi…

III. Selim Han zamanına kadar Osmanlı’da çoğunlukla yeşil, beyaz sancaklar ve ay yıldız kullanılmış lâkin yenilikçi bir devlet adamı olan III. Selim zamanında kırmızı sancak üzerinde ay ve sekiz köşeli yıldız eklenmiş, devletin resmî bayrağı olarak kabul edilmiştir.

Bayrağımızın beş yıldızlı olan şekli ise Sultan II. Mahmut zamanında yayımlanan tebligat ile resmî bayrağımız olarak ilan edilmiştir.
 

Bizim bayrağımız; bir mübarek kişidir.
Kızar, sevinir…

Bizim bayrağımız; bir mübarek kişidir.
Yalnızca yükseklerde ağırlanır…

Bizim bayrağımız; bir mübarek kişidir.
Etrafında toplanılır…
 

Cevdet Paşa der ki:

‘’Bayrak; tek yürek olmaya vâsıtadır. Onun altında toplananlar; kendilerini bir vücut hükmünde bilirler ve zaferden ümitsiz olmazlar.’’

Bayrağımızın rengine renk katan şehitlerimize bin rahmet…
Bu kutlu tarihi miras bırakan ecdadımıza bin hürmet…

Osmanlı Boytu’ da bayraklarımızı; dünü ve bugün ile geleceğe kanat açmış Anka misâli düşündük ve bayraklarımızın uç boylarını salıverdik şanlı tarihimizin rüzgârına karşı...